Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları BD Öğretim Üyesi
Hava kirliliği akciğer açısından çok önemlidir. Basit bir örnek ile biz bir soluk alındığında, hava yollarından yaklaşık 400 mililitre civarında bir hava akciğerlere girer. Nefes alınan ortamdaki havanın 1 mililitresinde 1 adet organik partikül ya da 1 adet mineral türü bir partikül olduğu düşünülecek olursa, demek ki tek bir solukta yaklaşık 400, 1 dakikada yaklaşık 6 bin partikül havalanma boşluklarına, akciğere inebilir. Bu süre 1 saat olarak düşünüldüğünde, yaklaşık 2 milyon 280 bin civarında bir partikül yaşanan ortamdan akciğerlere alınır. Bunlar organik maddelerse, oradaki yapılarla temas ederek çözünür ve değişik reaksiyonlara sebep olabilirler. Mineral maddelerse, orada birikerek fiziksel olarak da problemlere yol açabilirler. Demek ki, bedenin dışarıya en açık ortamı akciğerlerdir.
Hava kirliliği denilen işlev sırasında da, bir organizmanın fazla etkilendiği ve diğerlerini de etkilediği yer akciğerlerdir. Hava kirliliği tanım olarak şöyledir; yer düzeyindeki ozonun mevcudiyetine hava kirliliği diyoruz. Ozon normalde yüksek atmosferde vardır ve yararlı bir yapılanmadır. Ama ozon ile yaşadığımız yer düzeyinde karşılaşırsak, içinde sahip olduğu havanın yanı sıra sülfür oksit veya nitrojen oksit gibi maddeler ile kimyasal etkileşimler sonucu ortaya çıkan uçucu organik bileşikler, mekanik ve kimyasal etkileşimler sonucu gelişen, içinde çeşitli partiküller taşıyan damlacıklardan oluşan bu katman, insanların yaşadığı ortamda tabi ki akciğeri etkileyebilir ve diğer dokular için önemli riskler geliştirebilir.
Bu yer üstü ozon tabakasını bizim günlük yaşamımızdaki faaliyetler ortaya çıkarmaktadır ve bu ozon konsantrasyonu yani bir nevi sanayileşmenin, endüstrileşmenin bizim ilişkilerimizin karşılığı ortaya çıkan bu ozon tabakası sahip olduğu kimyasal bileşiklerle (partiküllerle) ve yabancı maddelerle etkileşerek nefes arasıyla akciğere ciddi ölçüde, istenmeyen ve beklenmeyen zararlar verebildikleri gibi maalesef bazen erken ölümlere de eden olabilmektedir.
Çocuklar, yaşlılar, engelliler, yoksullar yani sosyoekonomik gelişimi olmayanlar, kronik akciğer ve kalp hastalığı olanlar, herhangi bir nedenle ilaç ya da çeşitli tedaviler ve çeşitli etkileşimlerle bağışıklık sistemi baskılanmış hassas kişiler hava kirliliğine bağlı olumsuzluklardan çok fazla etkilenen gruplardır.
Yeryüzünde her yıl yaklaşık 7 milyon erken ölümü hava kirliliğinin oluşturduğu, olmaması gereken temasla ortaya çıktığını biliyoruz. Bu noktada da en kritik hastalıklar, kronik obstrüktif akciğer hastalığı yani kronik bronşit ve anfizemin birlikte olduğu hastalar, astım hastaları, intertisyel akciğer hastalığı dediğimiz yaygın akciğer tutulumu yapan akciğer sertleşmesi, kalp kası ve koroner damar problemi olanlar, serebrovasküler problemi olan kişilerde hava kirliliği beklenenden çok daha fazla sorunlara yol açabilir. İklim değişikliği de hava kirliliğini çok etkilemektedir. İklim değişikliği artan sıcaklıktır. Isının artması ve beklenen mevsimin ötesine yayılması, ısının arttığı mevsimin genişlemesi, yayılmasıdır.
Artan ısı öncelikle ozon tabakasını genişletir ve zenginleştirir. Bu ciddi bir problemdir. İkinci bir problem ise artan ısı, azalan yağmurlar orman yangınlarına neden olurlar. Orman yangını sadece fiziksel bir travma değildir. Orman yangını sonrası ortaya çıkan, uçuşan partiküller diyebileceğimiz bileşikler, yaklaşık 1.500 km öteye kadar hava sirkülasyonları ile taşınabilirler.
Orman yangınlarının getirdiği bu taşınma, yine yer üstü ozonla veya havadaki konsantrasyonda ciddi bozulmaya yol açabilir. Isınan hava, atmosferik olaylarda, basınçlarda değişim yaptığı için beklenmeyen ya da şiddetli atmosfer ile olaylara, kasırgalara, fırtınalara, sellere neden olabilir. Bunlar hem yıkılan ve tahrip olan yapılardan ortaya çıkan, hem de yer kabuğundan ortaya çıkan tozlar, partiküller, kimyasal bileşikler, küf, nem artıkları itibariyle ortama katmasına, etrafa yayılmasına ve konu ettiğimiz ozon tabakasının genişlemesine, insanların bunlarla daha büyük daha yaygın temas kurmalarına neden olurlar.
Güçlü bir fırtınanın etki alanı yaklaşık 200 km’ye kadar uzanabilir. Yani taşıdığı o farklı partikülleri o mesafeye taşıyabilirler ve bu hava kirliliğinden Türkiye’de hassas olan gruplar 10 milyon civarında kronik akciğer hastası, bir o kadar da akciğeri yaşlanma ya da maturasyon nedeni ile etkilenen yaşlılar veya çocuklar etkilenebilirler. Bu durum nedeniyle toplum içinde 10 milyonluk nüfus, erken ölüm tehdidi ile karşı karşıya kalabilir.
Kontrollü bir endüstrileşmeye ihtiyaç var. Bunun ötesinde, kişi kendine bir sağlık programı yapabilir. Kişi kendini tanıyacak ve kendini yaşam içerisinde iyi tutabilecek, kendine özgü bir sağlık programı yapabilir. İlaç ve ekipmanlarını kontrol altında tutabilir. Oksijen tedavisi alanlar, bu tedavinin çeşitli sorunlarda artabileceğini ya da kesilmeye karşı önlem alabileceklerini düşünmelidirler. Kontrollü egzersiz yapması şarttır. Ev içi ve ev dışı kirliliği özellikle iş yeri kirliliğine çok dikkat edebiliriz ve tabii meteorolojiyi takip etmek, böyle günlerde ortalığa çıkmamaya çalışmak ve yaşamı kontrol etmeye çalışmak önemsenmelidir. Riskli grupları da kontrol altına alabiliriz.
Klimazite ortamlara gelince 2 temel sorun vardır. Birinci sorun, vücut ısısı ve nemi ile klimazite ortamdaki ısı ve nem arasındaki farklılık, vücuttaki organik hareketlenmeyi değiştirebilir ve böylece kolonizasyonlar değişebilir. Vücudun; bronş, ağız, burun mukozası dediğimiz yapının reaksiyonlarını değiştirebilir, sekresyon artışlarına yol açabilir. Önemli olan merkezi, büyük klimazite sistemlerde Lejyoner adını verdiğimiz bir mikroorganizma ciddi ve hayatı tehdit eden pnomonilere yani zatürrelere yol açabilir. Onlardan korunmanın yolu da klimazitasyonu kontrollü yapmaktır. Kısaca Lejyoner hastalığına karşı merkezi ortamları daha iyi takip edip, koruyabilmektir.
Bugün gündemde olup, tartışılan 2 çeşit aşı vardır. Biri zatürre aşısı diye bilinen pnömokok aşısı, diğeri de influenza aşısı ya da grip aşısı diye bilinen aşıdır. Her iki aşı da aslında belli risk gruplarına uygulanması gereken aşılardır ve tartışılan konudur. Bu aşılar Kovid-19’a karşı önlem olurlar mı? Hayır, olmazlar ama Kovid-19’a eşlik edecek diğer problemleri azaltarak, Kovid-19’a bağlı ağırlaşmayı ya da ölümü azaltabilirler.
Pnömokok aşısı, bir bakteri olan pnömokoklara onların yaptığı zatürreye karşı koruma amacıyla uygulanır. Riskli gruplara da uygulamak gerekmektedir.
Bu Riskli Gruplar Kimler
65 yaşın üstünde olanlar, kronik akciğer ve kalp hastalığı olanlar, diyabeti olanlar, böbrek yetmezliği olanlar, ciddi alkolikler, immünosüpresif hastalıkları olanlar, uzun dönem bakım evinde kalanlar, beyin omurilik sıvısında kaçak problemi ya da kohlear implantı olanlar ve bir de aspleni dediğimiz dalağın anatomik olarak olmaması ya da fonksiyonel olarak dalağın çalışmaması iklim değişikliği etkilerinden Akciğerleri çok etkilenebilirler. Bu gruplara pnömokok aşılarının yapılması gerekmektedir. Aşılama için göğüs hastalıkları veya enfeksiyon hastalıkları uzmanı olan bir doktora başvurmak gerekmektedir çünkü aşılamanın bir şeması vardır. Grip aşısı ise, hepimizi etkileyen influenza gribi virüsüne karşı kullanılan bir aşıdır. Etkisi yaklaşık 6 ay kadar sürebilmektedir. 6 aylıktan küçük çocuklara, ilk 3 ay içindeki hamilelere, ciddi yumurta alerjisi, alerjik sorunları olan yani aşıya alerjik sorunları olanlara kullanmamak gerekmektedir.
65 yaşın üzerinde olanlar, yaşlı bakım evi ve huzurevinde kalanlar, 0-6 ay / 18 yaş arasında olup, uzun süre aspirin kullanması gerekenler, bağışıklığı baskılanmış olanlar, kronik kalp, akciğer hastalığı, böbrek yetmezliği, diyabet gibi sorunu olanlar, ilk 3 ayı geçirmiş gebeler, 0-2 ay ve 5 yaş arası çocuklara da tavsiye edilir. Bir de temas riski yüksek olduğu için sağlık çalışanlarına da grip aşısı yaptırmaları önerilmektedir.
Kronik akciğer hastalığı ve kalp hastalığı olanlar, yaşlılar, küçükler, gebeler bunlar akciğer hastalığı yüzünden dış ortamla ilişkide risk taşıyan grupları oluşturmaktadırlar.
Bizim nefes havasını korumamız yani tütün içiminden kaçınmaya çalışmamız, yaşadığımız ortamı ve mesleki ortamı kontrol altında tutabilmemiz, düzenli egzersiz ve kilo kontrolü belki akciğer sağlığı açısından en önemli hususların başında gelmektedir.
Göğüs kafesi içerisinde akciğerler, göğüs duvarı ve diyafram vardır. Obezite de yağ oranı arttığı zaman, bu yapıların esneklikleri azalmaktadır. Dolayısıyla akciğerin açılıp kapanması arasında bir yetersizlik oluşmaktadır. Bu yetersizlikte soluk alıp vermede hem hızı, hem de miktarı düşürerek; bir, akciğerdeki havalanmanın iyi olmasına engel olabilmektedir. İkinci olarak dışarı hava çıkışıyla ihracın azalmasına neden olabilmektedir. Üçüncü olarak ise, solunum işi dediğimiz nefes alma verme hareketini kısıtlayarak, solunum işini iyi yapabilmemizi engelleyebilmektedir. Böylece, akciğerde istemediğimiz partiküllerin ve toksik maddelerin birikmesi riski vardır ki bunların arasında kanserojen maddeler ile pnömoni yapan mikrobik ajanlarda söz konusudur. Böylece solunum yetersizliği dediğimiz oksijen ve karbondioksit alıp vermedeki azalma ile seyreden problemlere de ciddi şekilde aday hale gelinebilmektedir. Obezler, iyi uyuyamamaktadırlar ve uykularında ciddi solunum sıkıntısına girebilmektedirler. Obez kişilerde egzersiz problemi solunuma önemli bir yük getirebilir ve solunumu daha yüzeyel, daha yetersiz hale sokabilir.
Akciğer sağlığı için hem kendi yapımız içerisinde bir iyilik hali oluşturmalıyız, hem de dış ortamla kendi yapımız arasında bir denge hali oluşturabilmeliyiz. Böylece bize verilen doğal yapıyı dışarıdan gelebilecek sentetik müdahalelerden koruyabiliriz.