Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Endokrinoloji BD Öğretim Üyesi
Bütün diyabetleri aslında pandemi gibi değerlendirmek gerekiyor. Diyabet biliyoruz ki, vücudumuzda pankreas salgı bezimiz var, oradan salgılanan insülin hormonunun salınımındaki yetersizlik, yokluğu ya da dokulara olan etkisinin olmamasından kaynaklanan, kan şekerinin yüksekliği ile giden metabolik bir hastalıktır.
Çünkü vücudumuzun karbonhidrat, yağ ve aynı zamanda protein metabolizmasını etkilemekte ve buna bağlı çok çeşitli komplikasyonlara yol açmaktadır. 2019 yılı Kovid-19 pandemisi öncesinde de diyabet çok fazla önemsenen sağlık sorunudur. Kovid-19’un ortaya çıkması ile birlikte, sağlık sorunlarına yaklaşımdaki öncelikler biraz değişikliğe uğramıştır, ama hastalık değişmemiştir, aslında seyrine devam etmektedir.
2019 yılında dünyada yaklaşık olarak 415 milyon kadar diyabetli hasta olduğu ifade edilmektedir. Fakat diyabet hastalığı sıklıkla daha da artış göstermektedir ve 2045 yılında, 700 milyon kişinin diyabetli olacağı düşünülmektedir. Toplumda bakıldığında %46 oranında kişinin diyabet olduğunun farkında olmadığı da bilinen bir gerçektir.
Diyabetin en büyük başlangıç nedeni, beslenme ve diyet alışkanlıklarımızın değişmesidir. Diyet alışkanlıklarımızın değişmesi ile birlikte toplum olarak kalori sağlayan gıdalara daha çabuk ulaşmaya başladık. Aynı zamanda kişilerin hareket kısıtlamaları ve toplumun yavaşlaması, çok fazla hareket etmemesinden kaynaklanan kalorinin yeterince yakılamaması da söz konusudur. Buna bağlı olarak da, iştah artması ve fazla gıda alımı ile birlikte diyabet, yani vücudun glikoz (fazla enerji) almasına bağlı olarak özellikle Tip-2 diyabet sıklığında bir artış olmuştur.
Tip-2 diyabetin, dünyada her 15 kişiden 1’inde olduğu düşünülmektedir ki, bu çok yüksek bir orandır. Diyabet önlenebilir bir hastalık olması nedeni ile yani kişi kalorisini kısıtlarsa, spor aktiviteleri yaparsa belki diyabet olmaktan kurtulamayabilir ancak sorun yaratmayacak şekilde kan şekerinin regüle edilebildiği bir diyabet seviyesinde hastalık yaşanabilir.
Aynı zamanda diyabetin ortaya çıkışındaki nedenlerden biri de, toplumun yaşlanmasıdır. Yaş ortalamasının artması ile birlikte yeme sıklığında da artış olduğunu görüyoruz. Gıdaya daha çabuk ulaşıyoruz. Ulaştığımız gıdalar genellikle işlenmiş gıdalardır. Bu da sorun yaratmaktadır ve diyabet sıklığını arttıran bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
Kovid-19 sürecinde diyabet sıklığının da artışı söz konusudur. Kovid-19’un kendisinin ve girdiği kişinin bağışıklık sisteminin, pankreas bezine karşı reaksiyon geliştirdiği ile ilgili bilgiler olmakla birlikte asıl Kovid-19 sırasında Tip-2 diyabet çıkmasındaki en büyük faktörlerden bir tanesi de kapanma sürecinde kişilerin hareket edememesi, buna bağlı olarak evde yine gıdalara ulaşımının artmasıdır. Hastaların kilolarının artmasına bağlı olarak kan şekerlerinin ve diyabet sıklığında da yine artış görülmüştür. Hastaların Kovid-19 tedavi süreçlerinde kullandıkları tedavilerde diyabete eğilim yaratabilmekte ve bu pandemi sürecinde diyabetin daha kötü bir hal almasına neden olabilmektedir.
Diyabet, önemli bir sağlık sorunudur. Aslında biz kan şekeri deyip geçiyoruz ama bir kişi 40 yaşında diyabet tanısı aldığı zaman; eğer bu erkek hasta ise yaklaşık 5 yıl, kadın hasta ise yaklaşık 6 yıl yaşam süresinin azaldığı gösterilmiştir. Aslında diyabet ömrümüzü kısaltan bir hastalıktır ve diyabet birçok ölümlerde de temel neden olarak ortaya çıkmaktadır.
Diyabetik hastalara bakıldığında, diyabet hastaların neden bu kadar çok yaşam sürelerini kısaltıyor denildiğinde, genetik kontrolü olsun ya da olmasın kalp damar hastalıkları direkt olarak hastalarda ortaya çıkmaktadır. Kalp damar hastalığı nasıl oluyor denildiğinde diyabetli bir hasta, diyabet tanısı aldığı andan itibaren kalp hastalığı açısından riskli gruba girmektedir. Bu hastalarda kalp krizi, kalp krizi sonrası kalp yetmezliği ya da felç geçirme oranlarında çok ciddi bir artış görülmektedir. Diyabet kalp damar hastalığı dışında diğer organları da etkilemektedir. Eğer hasta diyabetli ise, mide-bağırsak sistemi kanserleri aynı zamanda akciğer kanseri ya da karaciğer ile ilgili tümörler açısından bakıldığında, yatkınlığında artış görülmektedir.
Hastaların kan şekerleri kontrolsüz olduğu zaman diyabet, hastanın enfeksiyonlara olan eğilimlerini de artırmaktadır. Pandemi sürecinde de Kovid-19 geçiren hastalar eğer diyabetli ise, hastaneye yatış oranları ve ölüm oranlarında çok büyük bir fazlalık olduğu görülmüştür. Hatta diyabetli olan bir kişinin kontrolsüz diyabeti varsa, hastalıktan etkilenme oranları daha da artmaktadır. Diyabette kan şekeri kontrolü çok önemlidir. Eğer hastanın kan şekeri kontrollü değilse, bizim mikrovasküler (kılcal damarlara bağlı istenmeyen etkiler) komplikasyonlar dediğimiz; diyabetin gözü etkilemesi (retinopati) hastalarda körlükte artışa neden olmaktadır. Aynı zamanda hastaların böbrek sistemi etkilenip, böbrek yetmezliğine ve hastaların diyaliz bağımlısı olmalarına neden olmaktadır. Bu durum hastaların ömürlerini kısaltan bir durumdur.
Hastalar nöropati dediğimiz sinir sistemi etkilerine bağlı olarak başlangıçta hissetmeme, uyuşma, ağrı şeklinde şikayetler yaşarken zaman içerisinde fark etmedikleri diyabetik ayak yaraları ve buna bağlıda yaraların olduğu bölgelerin kaybına kadar giden durumlar oluşabilmektedir. Diyabet yaşam süresini kısaltan, hayat kalitesini bozan çok ciddi bir hastalıktır. O yüzden mümkünse hiç olmaması, eğer oluyorsa da oluşabilecek sorunların önüne geçmek için çok iyi bir kan şekeri kontrolü sağlamamız gereken bir hastalıktır.
Obezite çok büyük bir sağlık sorunudur. Dünya çapında bakıldığında, bu da bir pandemidir ve diyabet gelişiminde obezite çok önemli bir faktördür.
Eğer bir kişi daha karbonhidrat metabolizması bozulmadan önce bakıldığında obez iken mutlaka bu hastaların insülin salınımlarının arttığı görülmektedir. Aynı zamanda dokular tarafından da insüline karşı direnç başlamaktadır. Obezite, Tip-2 diyabetin başlaması demektir. Obezite ne kadar çok engellenirse hastalarda diyabet gelişmesi de o kadar çok engellenmiş olur. Hastaların kan şekerleri düzeyi bazen verilen ilaçlara rağmen kontrol edilememektedir. Ne zaman ki hastalar kilo veriyorlar, o zaman diyabet kontrolü de sağlanmış olabilmektedir. Türkiye’de her 3 kişiden 1’i fazla kilolu, diğer grubu da obez olarak görülmektedir. Toplumun sadece 3/1’ünün neredeyse normal kiloda olduğu değerlendirilmektedir. O yüzden obezitenin engellenmesi ile obeziteye bağlı gelişebilir komplikasyonlarında önlenebildiğini söylemek mümkündür.
Burada obezitenin diyabet açısından önemli olduğunu söylemekle birlikte obezitenin birçok doku ve organ sağlığını da engelleyen sorunlar yarattığı dikkatlerde bulunmalıdır. Akciğer, kalp damar sağlığı, kanser olsun obezite birçok hastalığın aslında nedeni gibi görünmektedir. O nedenle obezitenin oluşmasının kesinlikle engellenmesi gerekmektedir. Obezite gelişmezse obeziteye bağlı sağlık sorunları da olmayacak, metabolik bozukluklarımız da oluşmayacaktır.
Ülkemizdeki obezite sıklığı dikkate alındığında obezite konusunda toplum olarak başarılı olmadığımız anlaşılmaktadır. Obez olan hastalara obezite ile mücadeleleri konusunda nasıl çözümlerin bulunabileceğine yönelik olarak hastalar hekimlere başvurduklarında yapılan kontroller ve değerlendirmeler ile tedaviler başlanmaktadır. Tedaviler de kontrollü olarak verilmektedir ve bu tedaviler sonsuza kadar uygulanmak durumunda değildir.
Obezite nedeni ile tedavi başlanan hastalara verilen ilaçlardan hastalar memnun kalmaktadırlar, hastalar kilo vermektedirler, fakat önemli olan hastaların kilo vermeleri değil, indiği ideal kiloda kalabilmelerini sağlamaktır. Ancak bu durum kişisel davranışlardaki kontrollerin yeterince yapılamaması nedeniyle pek mümkün olamamaktadır.
Obez hastalara psikoterapi, ilaç tedavisi bazen bariatrik cerrahi adı verilen obezite cerrahi tedavileri uygulanmaktadır. Ancak hastalar tüm tedavilerden sonra eğer diyet alışkanlıklarını değiştirmezler, spor ya da egzersizlerini yapmazlarsa obezite sorunlarına tekrar geri dönmektedirler.
Örnek olarak bir kişiye sağlıklı yaşam için egzersiz dediğimiz zaman yaklaşık olarak 2,5 saatlik haftada bir egzersiz önerilmektedir. Eğer kişinin kilo almaması hedeflenmiş ise önerilen egzersiz yaklaşık 4 saate çıkarılmaktadır. Eğer hasta zayıflatılmak istenirse önerilen egzersiz süresi haftada 7 saat, yani haftada her gün 1 saat olarak önerilmektedir. Obez kişiler kilo verdikleri zaman genellikle egzersizi bırakmaktadırlar ve tekrar kilo almaktadırlar. Bu kişiler için önemli bir hatadır. Bireylerin bedensel standartlarını korumak için 2,5 saat, kilo veren hastaların ise yaklaşık haftada 4 saate yakın tekrar egzersiz yapmalarını önerilmektedir.
O nedenle bireysel davranış şeklini değiştirmek, sağlıklı hayat standardını sağlamak, obezite ile ona bağlı oluşabilecek diğer bütün sorunları önlenmek için hareketli kalmak gerekmektedir. O nedenle her yönüyle obezite mücadelesi yönünden toplum sağlığının değerlendirilmesi ve halk sağlığı sorunu olarak obezite ile savaşın her an gündemde tutulması gerekmektedir.