Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kalp Damar Cerrahisi AD Öğretim Üyesi
Dakikada ortalama 70-80 defa, düzenli olarak dokulara kan pompalayan bir kalp düşünülecek olursa, ömür boyunca trilyonlarca kez kasılıp gevşeyen ve hiç yorulmadan insanlara hizmet eden, insanın henüz doğumundan öncesinden itibaren insan yaşamının son anına kadar hizmetini sürdüren kalbimizde zaman zaman bazı hastalıklarda olabilmektedir. Ama bugünün kalp cerrahisi, ülkemizde ve dünyada oldukça iyi bir seviyeye ulaşmayı başarmıştır, yaşanan kalp sorunlarına bağlı onarımlar, değiştirmeler, kalp deliklerinin ve damar anormalliklerinin düzeltilmesi, koroner bypass cerrahisinin en uç noktaları, aort anevrizma cerrahisinde her türlü konuda hastalara ihtiyaçları oldukları anda yardımcı olunabilmektedir. Yeter ki kardiyoloji hekimlerinin koydukları teşhis ile birlikte hastalar kalp cerrahlarına zamanında ve doğru yerde, doğru zamanda başvurabilsinler. Zamanlama, konumlama ve doğru klinik yetenekler ile buluşma sağlandığı takdirde kalp cerrahları hastalara büyük oranda yardımcı olabilmektedirler.
Kalp cerrahisi esasında, cilt ve kalp arası 2 cm’lik bir yoldur ama bu dünyanın en zor alınan yoludur. Çünkü ilk kalp ameliyatı 1955 yılında yapılmıştır. Kalp cerrahisinin meşhur bir kitabında “dünyanın en uzun yolu 2000 yıl aldı” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Tarih öncesi binlerce yıl öncesinde ameliyat edilmiş mumyalar bulunmasına rağmen, kalp ameliyatı 2000 yıl gecikmiş bir gelişimdir. Ama ondan sonra da öyle hızlı bir süreçle gelişmiştir ki, 1955-60’lı yıllarda ilk kalp ameliyatı yapılırken, bugün 2000’li yıllarda artık minimal invaziv dediğimiz daha az kesi ile halk arasında “anahtar deliğinden ameliyat yapılabiliyormuş” denilen aşamaya gelinmiştir.
Hastaların ameliyat kararında kaçındığı, sternum denilen ve halk arasında göğsün iman tahtası olarak adlandırılan, göğsün ön kemiğini keserek yapılan, bazen birçok ameliyatta uygulamak durumunda kalınan bir kesidir. Ama bazı özel durumlarda, bazı kapak ameliyatlarında, kapak tamirlerinde, kalp deliklerinin bazı türlerinde, koroner bypass cerrahisinde, yine sınırlı ve çok geniş olmayan aort anevrizmalarında; sağ meme altı kesisi ya da önden göğüs kemiğinin lokal ve küçük olarak kesilmesiyle, Türkiye’nin birçok yerinde de başarıyla bu ameliyatlar tedaviler yapılabilmektedir. Tabi bunun için özel cerrahi setlere ihtiyaç vardır. Nispeten cerrahlar minimal invaziv cerrahide hastalara parmaklarıyla dokunamasalar bile, özel aletlerle dokuların hissedildiği, robotik cerrahiden farklı olarak ameliyatları gerçekleştirmektedirler.
Küçük kesi demek daha az travma, hastanın daha çabuk iyileşmesi, daha erken ayaklanması demektir. Eskiden 2-3 gün yoğun bakımda tutulan hastalar 1 günde yoğun bakımdan çıkabilmektedirler. Tabi bunun da kendine ait sınırlamaları vardır. Birincisi, deneyimli bir cerrahi ekibi olmasıdır. Bu konuda eğitimlerini tamamlamış, belli bir sayıda vaka yapmış bir ekip tarafından bu ameliyatların yapılmasıdır. Hastaların daha önceden büyük majör cerrahi geçirmemiş olması, akciğer yapışıklıklarının olmaması, hastanın buna aday olup olmaması, iyi bir hasta seçimi, iyi bir merkezde deneyimli bir ekip ile minimal invaziv cerrahi güvenle yapılan bir yöntemdir.
Kime stent, kime ameliyat kararını kalp cerrahları tek başına vermemektedirler. Kardiyoloji uzmanları ile birlikte, her hafta konseyde hastaların kalplerinde yapılan tetkiklerden alınan filmler izlenerek değerlendirilmektedir. Değerlendirmelerde genel olarak uluslararası ve ulusal kılavuzlara göre belli kurallar dikkate alınmaktadır. Mesela; hastanın damar yapısının ya da darlığın, bulunduğu yerin stente uygun olup olmaması, hastanın ileri derecede diyabetinin olup olmaması, uygulanacak stentten sonra yaşı ve daha evvel hastaya girişimsel olarak stent ya da balon uygulaması yapılıp yapılmaması sonuçlarına göre ortak bir kararla bypass ameliyatına karar verilmektedir.
Başka bir müdahale için mesela; tek bir damar hastası olduğu düşünülen bir hastada normalde basitçe bir stent işlemi yapılacakken, aynı seansta kapak ameliyatı da yapılması gerektiği durumda hastaya stent yerine kapak+bypass ameliyatı kararı alınabilmektedir. Bu tür değişken durumlar hastalara göre farklılıklar içerdiğinden, tedaviler için alınacak kararlar da hastaya özel olmaktadır. Sonuçta alınan bütün kararlar hastaların sağlığı ve daha çabuk normal hayata dönmelerini sağlamak üzere hastalar için de en uygun kararlardır.
Koroner bypass cerrahisine kıyasla diğer damar cerrahilerinde, cerrahlar karında ve bacaklarda suni damarlar kullanabilmektedirler. Fakat ne yazık ki, koroner bypass cerrahisinde otojen greft denilen, hastaların vücutlarından alınan damarların kullanılması istenmektedir.
Bunlardan en önemli olanı kalbin ön inen damarı denilen ana damar değişiminde, göğüs duvarından inen atardamardan kullanılmaktadır, bu damarların kullanım sonrası %99’lara yakın bir açık kalma oranı vardır. Ama onun dışında 4’lü – 5‘li bypass yapılan ya da 2’den fazla bypass yapılan durumlarda bir rezerv sorunu olabilmektedir. Çoklu damar ihtiyacında, vücudun damarlarının kullanımı için yetersiz rezerv nedeniyle sınırlılık söz konusu olabilmektedir. Bu durumda da radial arter denilen koldan alınan damarlar kullanılabilmektedir. Bu tercihte de hastanın sağ veya sol elini kullanması, mesleki değerlendirmesi önemli olabilmektedir. Mesela, bir cerraha bypass gerektiği zaman radial arterini, el arterinin kullanılması sakıncalı olabilir ya da bir keman sanatçısının el arterinin kullanılması sakıncalı olabilir. Çünkü ne kadar testler yaparsanız yapın, bir atardamarı aldığınız zaman onun son organında yani elde ve parmaklarda beslenme bozukluğu riski vardır. O zaman diğer bir tercih alanı olarak bacak toplardamarına sıra gelmektedir. Her iki bacakta uzun bir damar yapısı olduğu için bu rezerv bypass da kullanılabilecek geniş bir damar rezervidir. Tabi bunda da hastanın varisinin olmaması, toplardamarlarında bir tıkanıklık ya da bir rahatsızlık geçirmiş olmaması gerekmektedir. Burada hastalara ayak ve bacak damar sağlıklarını korumanın yanı sıra tıp doktorlarına da çok önemli görevler düşmektedir.
Son yıllarda tanılardaki ultrason ile tanı yöntemlerinin ilerlemesinden dolayı genç tıp doktorları, özellikle hastaların bacak toplardamarlarına ve büyük toplardamarlarına bakıp hastalara, “sende damar yetmezliği var, bu damarları lazer ile yakarak sizi iyileştirelim” şeklinde yaklaşımlarda bulunmaktadırlar. Lazer ablasyon veya radyofrekans ablasyon denilen bu yaklaşımlarla hastaların maalesef toplardamar rezervleri ortadan kaldırılmakta, gelecekteki kalp cerrahisindeki damar ihtiyaçları ise ortadan kaldırılmaktadır. Hastaların öyküleri sorgulanmadan ve ihtiyaç halinde kullanılabilecek damar rezervleri önceden kontrol edilmeden ameliyatın detaylarını planlamamak gerekmektedir. Aksi takdirde ameliyatlardaki damar ihtiyaçlarında kapatılmış damarlarla karşılaşmakta ve tedavi seçenekleri kısıtlı hale gelebilmektedir.
Genç hekimlere, hastaların büyük toplardamarlarının ileride 50’li – 60’lı yaşlarda, olası bir bypass işleminde kullanılabileceğinin de göz ardı edilmemesini ve lazer ile radyofrekans ablasyon işlemlerinden kaçınmalarını hatırlatmakta yarar vardır.
Yapılan işlemlere bağlı alınması, kullanılması düşünülen damar tıkanmış ya da diğer damarı alınsa da değişik yöntemlerle bir damar 2-3 bypass da kullanılabilmektedir. Ama ideali sağlam bir damarı en iyi şartlarda hastalarda kullanmak olduğu için cerrahlar hastalarının bütün damarlarının sağlam gelmesini istemektedirler.
Her iki göğüs duvarı atardamarını kullanmak mümkün olabilmektedir ama genelde bypassların %90’nından fazlasında bacak toplardamarı kullanıldığı için bu damarların sağlığı hem doktorlar açısından, hem de hastalar açısından önemlidir. İleri de bu damar bana lazım olabilir diye daha özenle saklanması ya da damarın korunması, hem kalp cerrahlarının, hem de hastaların sağlığı açısından çok önemlidir ve bu koruyucu yaklaşım herkesçe bilinmelidir.